Kemikler Şehri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


İyiler ve kötüler büyük bir yarış içerisindeler....Hadi ne duruyorsun bu yarışa sende katıl....Gölge avcılarının okulunda doyasıya eğlen...Sende bu oyuna katıl yepyeni arkadaşlıklar ve harika bir eğlenceye katıl....Hepimize iyi eğlenceler....
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Milena.

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Milena Carlen Rcoreus




Kadın Mesaj Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 03/03/12

Milena. Empty
MesajKonu: Milena.   Milena. I_icon_minitimeC.tesi Mart 03, 2012 11:27 pm

●●●●●Э●●●●●
Pandora

Sert esen rüzgâr incecik montunu delip geçip içine işliyordu.
Artık bu kadar beklemenin fazla olduğunu düşünüp ayağa kalktı, buluşma saatini yarım saat geçmiş olmalıydı. Kırışmış olan pantolonunu düzeltip terk edilmiş görünen yapının kapısını aralayıp içeri girdi.

İlk gördüğü şey sis oldu, ardından kapı arkasından kapandı. Bu rüzgârdan olamazdı, burada o kadar sert esmiyordu. Kesinlikle bir insan kapamış olmalıydı. Pandora’nın eli belindeki hançere gitti, daha sonra vazgeçti, çünkü düşmanıyla yüz yüze görüşmeyi tercih ederdi. Artık sis yavaş yavaş çekilmeye başlıyordu. Pandora her köşesi birer ampulle aydınlatılmış kare biçiminde bir odada olduğunu gördü. Aslında pek oda denemezdi, daha çok küçük bir depoya benziyordu. Tam karşısında asma bir kat vardı, ama üstünde kimse yoktu. Pandora’nın içinde bir şeyler kıpırdandı, kendini köşeye sıkışmış vahşi bir hayvan gibi hissetti. Bu hissin nasıl olduğunu biliyordu, en azından bildiğini sanıyordu. Hayvan avlarken onların gözlerinde değişik bir pırıltı vardı. O pırıltının kendisinde de olduğunu düşündü dehşet içinde. O duygularını belli etmemekte ustaydı, bu tür şeyler kendini zayıf görmesini sağlıyordu. Sonra buraya neden geldiğini hatırladı, buraya kız kardeşini bulmak için gelmişti. Hapishaneden-pardon, okuldan eve geldiğinde masasının üstünde bir not bulmuştu. Üstünde şunlar yazıyordu:

Eğer kız kardeşinizi bir daha görmek istiyorsanız sokağın köşesindeki binada buluşalım.

Pandora böyle notları daha önce de görmüştü, genelde korku filmlerinde olurdu. Normal bir insan olsa bunlara gülüp geçer, notu buruşturup çöpe atardı. Ama o bir melezdi, yani onun dünyasında canavarlar vardı, dolayısıyla her şeye inanabilirdi. Ve işte buradaydı, bir sazan balığı gibi tuzağa kapılmıştı. Düşüncelerinde kurtulmak için silkelendi, yapması gereken bu değildi. Tam bütün ışıkların aydınlattığı noktaya geldiğinde gölgelerin arasından bir şey atıldı, atılmıştı çünkü fırlayamazdı, pelteye benziyordu. “Beni korkutmanız için daha iyisi gerekecek!” diye bağırdı açıklığa. Gerçekten daha iyisi gerekiyordu. Ardından donup kaldı. Çünkü oraya atılan bir insan bedeniydi, bunu görmesi için gözlerinin karanlığa alışması gerekmişti. Ancak onu durduran insan olması değildi, o ölüydü, o Pandora’nın kız kardeşi, Lia’ydı. Kanlar içinde ve hırpalanmış.

Boğazından korkunç bir çığlık koptu. Öyle ki kendine inanamadı. Bir an için hayal gördüğünü sandı, çünkü o ölmüş olamazdı, ölemezdi… Fakat sanki kader ona meydan okurcasına onun cansız bedenini gözlerinin önüne atıyor, onu üzüntüden öldürmeye çalışıyordu. Bunları düşünürken arkasından bir çıt sesi geldi. Çıt sesi onu düşüncelerinden arındırmıştı, Pandora bu sesi çıkarana neredeyse teşekkür edecekti. Arkasını döndüğünde olabildiğince sessiz yürümeye çalışan lakin bunu başaramayan beceriksiz bir insan gördü. Sadece bir insan. O kadar sessiz dönmüştü ki, adam ayağına bakmaktan onun döndüğünü anlamamıştı. Son anda kafasını kaldırdı, ve Pandora onun nasıl biri olduğunu gördü. Kahverengi gözlerinden endişe okunuyordu. Dudakları ince bir çizgi halindeydi, karmakarışık siyah saçları kafasında adeta kuş yuvasını andırıyordu. Uzun boylu olduğu eğildiğinde bile anlaşılıyordu, çok güzeldi. Ancak güzelliğin aldatıcı olduğunu birçok yerde görmüştü. Işık hızında belinden bıçağını çıkarıp adamın boğazına doğrulttu. Aralarındaki mesafeye rağmen adamdan yayılan korkuyu hissedebiliyordu. “Bunu. Sen mi. Yaptın.” Tane tane konuşuyordu, eğer bağırsaydı adamın irkileceğini biliyordu. Adam yavaşça doğruldu. Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp tereddüt edercesine gülümsedi. Bu ne cüret! “Sence bu gülünecek bir şey mı?!” diye bağırdı Pandora tüm gücüyle. Ardından hiç tereddüt etmeden adamın boğazını kesti, etrafa kan saçıldı. Adamın canıyla beraber Pandora’nın içinden küçük bir parça yok oldu, içinin burkulduğunu hissetti. Bir insan öldürmüştü, ne canavar, ne de başka bir şey. Dizleri artık onu tutmuyordu, yere çöktü. Ardından beş yaşından beri yapmadığı şeyi yaptı; elleriyle yüzünü örtüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Milena

Suyun sesi artık sinirini bozmaya başlamıştı.

Rutubetli mağaranın tavanından düşen su damlaları tıp tıp diye ses çıkarıyor, bu da Milena’nın zaten bozuk olan sinirlerinin daha da bozuyordu. Kaç gündür buradaydı? Ah, tamı tamına bir haftadır yeraltında saklanıyordu. Yanında hiç silah taşımıyordu, birkaç canavarla savaşırken kaybetmişti. Yani savunmasızdı. Hayatta kalabilmek için tek güvendiği şey saklanma becerisiydi. Kurtlardan kaçarken kazara bu mağarayı bulmuştu ve buraya yerleşmişti. Parmak uçlarını şakaklarına bastırıp başındaki ağrıyı dindirmeye çalıştı. Soğuk parmakları tenine değince istemsizce ürperdi. Artık onu aramaktan vazgeçmiş olmaları gerekirdi, değil mi? Bu düşünce ona mantıklı geldi, bir hafta boyunca onu aramış olamazlardı. Çantasını sırtına takıp nemli ve kasvetli mağaradan bir an önce kurtulmak için gün ışığı süzülen çatlağa doğru koştu.

Dışarı adım attığında güneş ışığı gözlerini kamaştırdı. Tabii mağaranın karanlığına alışınca bu ışık çok parlak görünüyordu. Milena etrafa bakındı. Pek bir değişiklik olmuşa benzemiyordu. Uzun, yeşil çamlar hala aynıydı. Burnuna da canavar kokuları gelmiyordu, fabrikaların dumanının kokusu geliyordu. Galiba şehirdeydi, gece kaçarken nerede olduğuna pek dikkat etmemişti. Evet, tek açıklama bu olmalıydı. İç çekip şehrin olduğu yere yürümeye başladı.

Yaklaşık bir saat yürüdükten sonra arabaların sesi sessizliği bozdu. Fark edilmemek için yavaş yürüyordu, Sis zaten etkili oluyordu ama o tedbirli davranmayı seviyordu. Ne de olsa her şey olabilirdi, değil mi? Şehre girdiğinde en yakın yapının yanına gitti. Bu, depoya benzeyen derme çatma tuğla bir binaydı. İçindeki merak adlı canavar uyanıp depoya girmesini istedi. Ona direnmek güçtü, hem ne zararı olabilirdi ki? Girmek zor olmadı, kapı beceriksizce kilitlenmişti. Hançerinin ucuyla kilitle oynayınca anında açıldı. Girdiğinde gözüne çarpan ilk şey bir insandı. İnsan kızdı, sarı saçlarının beline kadar inmesinden anlamıştı bunu. Kızın kulakları iyi olmalıydı çünkü her ne kadar sessiz girmişse bile onu duymuş ve hızla başını çevirmişti. Milena kızın yüzünü görünce olduğu yerde donakaldı. Gözleri kızarmıştı, bu kısmen ağlamaktan, kısmen de kandandı. Elinde ölü bir kız taşıyordu, kızın ölü olduğunu anlamıştı çünkü üstüne ölümün beyazlığı yerleşmişti. Yanında bir bıçak vardı ama bıçak kanlı değildi, Milena derin bir nefes aldı. Demek ki kızı o öldürmemişti. Peki ya kan? Ölü kızın kanı olamazdı, kızın kanı yaklaşık beş saat önce kurumuş olmalıydı. Kız hemen ayağa kalkıp bıçağını eline aldı. “Hop, sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim,” dedi Milena telaşla. Kız tek kaşını kaldırdı, inanmıyor gibiydi. Tereddütle “Onu sen mi öldürdün?” diye sordu Milena çenesiyle cesedi işaret ederek. Kız hemen başını salladı. “Hayır, hayır. Ama o öldürdü,” dedi kanlı parmağıyla başka bir karaltıyı göstererek. Milena onu pekiyi göremiyordu, ama onun bir insan olduğunu seçebilmişti. Birkaç adım attığında onun bir erkek olduğunu gördü, yaklaşık 20 yaşlarındaydı. Boğazı deşilmiş gibiydi, bıçakla. Titreyerek “Bunu sen mi öldürdün?” diye sordu. Kız duygusuz bir sesle “Evet,” dedi, “Ama o da benim kardeşimi öldürmüştü,” dedi aynı duygusuz sesle.

Pandora

Dünyası kararmaya başladığında kapının yavaşça açıldığını duydu. Gerçi bunu duyması zordu, kalbinin çılgın atışları duymasını güçleştiriyordu. Hızla başını çevirdiğinde elinde bir hançer taşıyan bir kız gördü. Zihnindeki tehlike çanları tüm gücüyle çalıyor, duymasını daha çok güçleştiriyordu. Hızla ayağa fırlayarak bıçağını eline aldı. Kızın ona bakışından onun da korkmuş olduğunu görebiliyordu. Sonra kızın bakışların Lia’ya kaydı, gözlerindeki koru yerini dehşete bıraktı. “Hop, sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim.” dedi kız telaşla. Pandora tek kaşını kaldırdı, yalan söylüyor olabilir miydi? Sanki onu da öldürmesinden korkarak “Onu sen mi öldürdün?” diye sordu. Ne?! Hemen başını sallayarak “Hayır, hayır. Ama o öldürdü,” dedi parmağıyla ölü adamın vücudunu göstererek. Pandora kızın cesedin yanına yavaşça ilerleyip dehşetle titremesini gördü. Kız ona dönerek, “Onu sen mi öldürdün?” diye sordu sessizce. Pandora bir şaşkınlık anı yaşadı, neden kız onu öldürmeye çalışmamıştı? Anlaşılan ya böyle şeylere alışkındı, ya da duygularını iyi saklıyordu. Hem de çok iyi. Duygularının sesine geçmediğini umarak “Evet,” dedi, “Ama o da benim kardeşimi öldürmüştü,” dedi aynı sesle konuştuğunu umarak. Konuyu değiştirdi. “Ee, senin adın ne?” diye sordu. Kız bakışlarını kaldırarak “Ne yani? Bana ilk önce bir insanı öldürdüğünü söylüyorsun, sonra da adımı mı öğrenmek istiyorsun?” diye sordu şaşkınlıkla. İnanamıyor gibiydi. Bunu gören Pandora gülümsedi. “Evet, aynen öyle. Adın ne?”

Milena

Kız elini havada sallayarak “Ee, adın ne?” diye sorunca Milena şaşkınlıktan dilini yutacak gibi oldu. Şaşkınlığını anlatabilecek en güzel söz grubu çıktı dudaklarından: “Ne yani? Bana ilk önce bir insanı öldürdüğünü söylüyorsun, sonra da adımı mı öğrenmek istiyorsun?” Kız gülümsedi. “Evet, aynen öyle. Adın ne?”

Pekâlâ, Milena bunu kaldırabilirdi. Bir katile-hem de çok genç bir katile- adını söylese ne olurdu ki? “Milena. Sen?” diye sordu. Kız hayali şapkasına dokunarak “Ben Pandora, madam.” dedi gülerek. Milena da gülmeden edemedi. Zihnindeki bir ses neden gülüyorsun? Komik bir şey mi var? diye azarladı onu. Galiba şu anki psikolojik durumundan gülüyordu. “Hmmm, tamam, kendinin ne olduğunu biliyor musun?” Ortama girdiğinden beri onun bir melez olduğunu düşünüyordu, şimdi ise kesinlikle emindi. Pandora başını evet anlamında salladı. “Ben bir melezim, değil mi? Bir tane canavarımsı şey söylemişti.” Tamam, demek biliyordu. Uzun uzun açıklaması gerekmeyecekti. “O zaman hadi gel, seni bir yere götürmem gerekiyor,” dedi. Pandora tek kaşını kaldırdı, Milena onun kararsız kaldığını anlamıştı. “Nereye gidiyoruz?” diye sordu yavaşça. Milena gülümsedi. “Senin gibilerin olduğu yere. Melez Kampı’na.”

Pandora

“Milena. Sen?”
Sonunda kendini tanıtmıştı. Pandora sanki şapkası varmış gibi yaparak şapkasına dokunup “Ben Pandora, madam.” dedi gülerek. Milena da onunla birlikte gülmeye başladı. Pandora kızın durumunu anlayabiliyordu çünkü kendisi de aynı durumdaydı. Kendini psikopat gibi hissediyordu. Öyle de olabilirdi gerçi. Babası onun akıl sağlığından hep şüphe etmişti zaten. “Hmmm, tamam, kendinin ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu Milena. Pandora irkildi, normalde kendini bir insan olarak görürdü, melez tarafını görmezden gelirdi. Başını sallayarak “Ben bir melezim, değil mi? Bir tane canavarımsı şey söylemişti.” dedi. Sormasının nedeni kendinin melez olduğundan şüphelenmesi değildi, sadece hayır, sen tamamen insansın, denmesini istiyordu. Maalesef böyle bir şey olmadı. Milena rahatlamışa benziyordu. “O zaman hadi gel, seni bir yere götürmem gerekiyor,” dedi elini uzatarak. Pandora tek kaşını kaldırdı, nereye götürecekti onu? Kuşkuyla “Nereye gidiyoruz?” diye sordu. Milena güzel bir soru sormuş gibi gülümsedi. “Senin gibilerin olduğu yere. Melez Kampı’na.”

Pandora “Tamam, hadi gidelim,” dedi ve Milena’nın ona doğru uzanmış olan elini tuttu. Kapıdan çıkmadan önce Lia’ya, ölü kardeşine baktı.

Her şeyini kaybettim, her şeyimi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Milena Carlen Rcoreus




Kadın Mesaj Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 03/03/12

Milena. Empty
MesajKonu: Geri: Milena.   Milena. I_icon_minitimeC.tesi Mart 03, 2012 11:41 pm

Milena Carlen Rcoreus demiş ki:
3. ağızdan yazılmış bir rp'dir.
Pandora

Sert esen rüzgâr incecik montunu delip geçip içine işliyordu.
Artık bu kadar beklemenin fazla olduğunu düşünüp ayağa kalktı, buluşma saatini yarım saat geçmiş olmalıydı. Kırışmış olan pantolonunu düzeltip terk edilmiş görünen yapının kapısını aralayıp içeri girdi.

İlk gördüğü şey sis oldu, ardından kapı arkasından kapandı. Bu rüzgârdan olamazdı, burada o kadar sert esmiyordu. Kesinlikle bir insan kapamış olmalıydı. Pandora’nın eli belindeki hançere gitti, daha sonra vazgeçti, çünkü düşmanıyla yüz yüze görüşmeyi tercih ederdi. Artık sis yavaş yavaş çekilmeye başlıyordu. Pandora her köşesi birer ampulle aydınlatılmış kare biçiminde bir odada olduğunu gördü. Aslında pek oda denemezdi, daha çok küçük bir depoya benziyordu. Tam karşısında asma bir kat vardı, ama üstünde kimse yoktu. Pandora’nın içinde bir şeyler kıpırdandı, kendini köşeye sıkışmış vahşi bir hayvan gibi hissetti. Bu hissin nasıl olduğunu biliyordu, en azından bildiğini sanıyordu. Hayvan avlarken onların gözlerinde değişik bir pırıltı vardı. O pırıltının kendisinde de olduğunu düşündü dehşet içinde. O duygularını belli etmemekte ustaydı, bu tür şeyler kendini zayıf görmesini sağlıyordu. Sonra buraya neden geldiğini hatırladı, buraya kız kardeşini bulmak için gelmişti. Hapishaneden-pardon, okuldan eve geldiğinde masasının üstünde bir not bulmuştu. Üstünde şunlar yazıyordu:

Eğer kız kardeşinizi bir daha görmek istiyorsanız sokağın köşesindeki binada buluşalım.

Pandora böyle notları daha önce de görmüştü, genelde korku filmlerinde olurdu. Normal bir insan olsa bunlara gülüp geçer, notu buruşturup çöpe atardı. Ama o bir melezdi, yani onun dünyasında canavarlar vardı, dolayısıyla her şeye inanabilirdi. Ve işte buradaydı, bir sazan balığı gibi tuzağa kapılmıştı. Düşüncelerinde kurtulmak için silkelendi, yapması gereken bu değildi. Tam bütün ışıkların aydınlattığı noktaya geldiğinde gölgelerin arasından bir şey atıldı, atılmıştı çünkü fırlayamazdı, pelteye benziyordu. “Beni korkutmanız için daha iyisi gerekecek!” diye bağırdı açıklığa. Gerçekten daha iyisi gerekiyordu. Ardından donup kaldı. Çünkü oraya atılan bir insan bedeniydi, bunu görmesi için gözlerinin karanlığa alışması gerekmişti. Ancak onu durduran insan olması değildi, o ölüydü, o Pandora’nın kız kardeşi, Lia’ydı. Kanlar içinde ve hırpalanmış.

Boğazından korkunç bir çığlık koptu. Öyle ki kendine inanamadı. Bir an için hayal gördüğünü sandı, çünkü o ölmüş olamazdı, ölemezdi… Fakat sanki kader ona meydan okurcasına onun cansız bedenini gözlerinin önüne atıyor, onu üzüntüden öldürmeye çalışıyordu. Bunları düşünürken arkasından bir çıt sesi geldi. Çıt sesi onu düşüncelerinden arındırmıştı, Pandora bu sesi çıkarana neredeyse teşekkür edecekti. Arkasını döndüğünde olabildiğince sessiz yürümeye çalışan lakin bunu başaramayan beceriksiz bir insan gördü. Sadece bir insan. O kadar sessiz dönmüştü ki, adam ayağına bakmaktan onun döndüğünü anlamamıştı. Son anda kafasını kaldırdı, ve Pandora onun nasıl biri olduğunu gördü. Kahverengi gözlerinden endişe okunuyordu. Dudakları ince bir çizgi halindeydi, karmakarışık siyah saçları kafasında adeta kuş yuvasını andırıyordu. Uzun boylu olduğu eğildiğinde bile anlaşılıyordu, çok güzeldi. Ancak güzelliğin aldatıcı olduğunu birçok yerde görmüştü. Işık hızında belinden bıçağını çıkarıp adamın boğazına doğrulttu. Aralarındaki mesafeye rağmen adamdan yayılan korkuyu hissedebiliyordu. “Bunu. Sen mi. Yaptın.” Tane tane konuşuyordu, eğer bağırsaydı adamın irkileceğini biliyordu. Adam yavaşça doğruldu. Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp tereddüt edercesine gülümsedi. Bu ne cüret! “Sence bu gülünecek bir şey mı?!” diye bağırdı Pandora tüm gücüyle. Ardından hiç tereddüt etmeden adamın boğazını kesti, etrafa kan saçıldı. Adamın canıyla beraber Pandora’nın içinden küçük bir parça yok oldu, içinin burkulduğunu hissetti. Bir insan öldürmüştü, ne canavar, ne de başka bir şey. Dizleri artık onu tutmuyordu, yere çöktü. Ardından beş yaşından beri yapmadığı şeyi yaptı; elleriyle yüzünü örtüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Milena

Suyun sesi artık sinirini bozmaya başlamıştı.

Rutubetli mağaranın tavanından düşen su damlaları tıp tıp diye ses çıkarıyor, bu da Milena’nın zaten bozuk olan sinirlerinin daha da bozuyordu. Kaç gündür buradaydı? Ah, tamı tamına bir haftadır yeraltında saklanıyordu. Yanında hiç silah taşımıyordu, birkaç canavarla savaşırken kaybetmişti. Yani savunmasızdı. Hayatta kalabilmek için tek güvendiği şey saklanma becerisiydi. Kurtlardan kaçarken kazara bu mağarayı bulmuştu ve buraya yerleşmişti. Parmak uçlarını şakaklarına bastırıp başındaki ağrıyı dindirmeye çalıştı. Soğuk parmakları tenine değince istemsizce ürperdi. Artık onu aramaktan vazgeçmiş olmaları gerekirdi, değil mi? Bu düşünce ona mantıklı geldi, bir hafta boyunca onu aramış olamazlardı. Çantasını sırtına takıp nemli ve kasvetli mağaradan bir an önce kurtulmak için gün ışığı süzülen çatlağa doğru koştu.

Dışarı adım attığında güneş ışığı gözlerini kamaştırdı. Tabii mağaranın karanlığına alışınca bu ışık çok parlak görünüyordu. Milena etrafa bakındı. Pek bir değişiklik olmuşa benzemiyordu. Uzun, yeşil çamlar hala aynıydı. Burnuna da canavar kokuları gelmiyordu, fabrikaların dumanının kokusu geliyordu. Galiba şehirdeydi, gece kaçarken nerede olduğuna pek dikkat etmemişti. Evet, tek açıklama bu olmalıydı. İç çekip şehrin olduğu yere yürümeye başladı.

Yaklaşık bir saat yürüdükten sonra arabaların sesi sessizliği bozdu. Fark edilmemek için yavaş yürüyordu, Sis zaten etkili oluyordu ama o tedbirli davranmayı seviyordu. Ne de olsa her şey olabilirdi, değil mi? Şehre girdiğinde en yakın yapının yanına gitti. Bu, depoya benzeyen derme çatma tuğla bir binaydı. İçindeki merak adlı canavar uyanıp depoya girmesini istedi. Ona direnmek güçtü, hem ne zararı olabilirdi ki? Girmek zor olmadı, kapı beceriksizce kilitlenmişti. Hançerinin ucuyla kilitle oynayınca anında açıldı. Girdiğinde gözüne çarpan ilk şey bir insandı. İnsan kızdı, sarı saçlarının beline kadar inmesinden anlamıştı bunu. Kızın kulakları iyi olmalıydı çünkü her ne kadar sessiz girmişse bile onu duymuş ve hızla başını çevirmişti. Milena kızın yüzünü görünce olduğu yerde donakaldı. Gözleri kızarmıştı, bu kısmen ağlamaktan, kısmen de kandandı. Elinde ölü bir kız taşıyordu, kızın ölü olduğunu anlamıştı çünkü üstüne ölümün beyazlığı yerleşmişti. Yanında bir bıçak vardı ama bıçak kanlı değildi, Milena derin bir nefes aldı. Demek ki kızı o öldürmemişti. Peki ya kan? Ölü kızın kanı olamazdı, kızın kanı yaklaşık beş saat önce kurumuş olmalıydı. Kız hemen ayağa kalkıp bıçağını eline aldı. “Hop, sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim,” dedi Milena telaşla. Kız tek kaşını kaldırdı, inanmıyor gibiydi. Tereddütle “Onu sen mi öldürdün?” diye sordu Milena çenesiyle cesedi işaret ederek. Kız hemen başını salladı. “Hayır, hayır. Ama o öldürdü,” dedi kanlı parmağıyla başka bir karaltıyı göstererek. Milena onu pekiyi göremiyordu, ama onun bir insan olduğunu seçebilmişti. Birkaç adım attığında onun bir erkek olduğunu gördü, yaklaşık 20 yaşlarındaydı. Boğazı deşilmiş gibiydi, bıçakla. Titreyerek “Bunu sen mi öldürdün?” diye sordu. Kız duygusuz bir sesle “Evet,” dedi, “Ama o da benim kardeşimi öldürmüştü,” dedi aynı duygusuz sesle.

Pandora

Dünyası kararmaya başladığında kapının yavaşça açıldığını duydu. Gerçi bunu duyması zordu, kalbinin çılgın atışları duymasını güçleştiriyordu. Hızla başını çevirdiğinde elinde bir hançer taşıyan bir kız gördü. Zihnindeki tehlike çanları tüm gücüyle çalıyor, duymasını daha çok güçleştiriyordu. Hızla ayağa fırlayarak bıçağını eline aldı. Kızın ona bakışından onun da korkmuş olduğunu görebiliyordu. Sonra kızın bakışların Lia’ya kaydı, gözlerindeki koru yerini dehşete bıraktı. “Hop, sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim.” dedi kız telaşla. Pandora tek kaşını kaldırdı, yalan söylüyor olabilir miydi? Sanki onu da öldürmesinden korkarak “Onu sen mi öldürdün?” diye sordu. Ne?! Hemen başını sallayarak “Hayır, hayır. Ama o öldürdü,” dedi parmağıyla ölü adamın vücudunu göstererek. Pandora kızın cesedin yanına yavaşça ilerleyip dehşetle titremesini gördü. Kız ona dönerek, “Onu sen mi öldürdün?” diye sordu sessizce. Pandora bir şaşkınlık anı yaşadı, neden kız onu öldürmeye çalışmamıştı? Anlaşılan ya böyle şeylere alışkındı, ya da duygularını iyi saklıyordu. Hem de çok iyi. Duygularının sesine geçmediğini umarak “Evet,” dedi, “Ama o da benim kardeşimi öldürmüştü,” dedi aynı sesle konuştuğunu umarak. Konuyu değiştirdi. “Ee, senin adın ne?” diye sordu. Kız bakışlarını kaldırarak “Ne yani? Bana ilk önce bir insanı öldürdüğünü söylüyorsun, sonra da adımı mı öğrenmek istiyorsun?” diye sordu şaşkınlıkla. İnanamıyor gibiydi. Bunu gören Pandora gülümsedi. “Evet, aynen öyle. Adın ne?”

Milena

Kız elini havada sallayarak “Ee, adın ne?” diye sorunca Milena şaşkınlıktan dilini yutacak gibi oldu. Şaşkınlığını anlatabilecek en güzel söz grubu çıktı dudaklarından: “Ne yani? Bana ilk önce bir insanı öldürdüğünü söylüyorsun, sonra da adımı mı öğrenmek istiyorsun?” Kız gülümsedi. “Evet, aynen öyle. Adın ne?”

Pekâlâ, Milena bunu kaldırabilirdi. Bir katile-hem de çok genç bir katile- adını söylese ne olurdu ki? “Milena. Sen?” diye sordu. Kız hayali şapkasına dokunarak “Ben Pandora, madam.” dedi gülerek. Milena da gülmeden edemedi. Zihnindeki bir ses neden gülüyorsun? Komik bir şey mi var? diye azarladı onu. Galiba şu anki psikolojik durumundan gülüyordu. “Hmmm, tamam, kendinin ne olduğunu biliyor musun?” Ortama girdiğinden beri onun bir melez olduğunu düşünüyordu, şimdi ise kesinlikle emindi. Pandora başını evet anlamında salladı. “Ben bir melezim, değil mi? Bir tane canavarımsı şey söylemişti.” Tamam, demek biliyordu. Uzun uzun açıklaması gerekmeyecekti. “O zaman hadi gel, seni bir yere götürmem gerekiyor,” dedi. Pandora tek kaşını kaldırdı, Milena onun kararsız kaldığını anlamıştı. “Nereye gidiyoruz?” diye sordu yavaşça. Milena gülümsedi. “Senin gibilerin olduğu yere. Melez Kampı’na.”

Pandora

“Milena. Sen?”
Sonunda kendini tanıtmıştı. Pandora sanki şapkası varmış gibi yaparak şapkasına dokunup “Ben Pandora, madam.” dedi gülerek. Milena da onunla birlikte gülmeye başladı. Pandora kızın durumunu anlayabiliyordu çünkü kendisi de aynı durumdaydı. Kendini psikopat gibi hissediyordu. Öyle de olabilirdi gerçi. Babası onun akıl sağlığından hep şüphe etmişti zaten. “Hmmm, tamam, kendinin ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu Milena. Pandora irkildi, normalde kendini bir insan olarak görürdü, melez tarafını görmezden gelirdi. Başını sallayarak “Ben bir melezim, değil mi? Bir tane canavarımsı şey söylemişti.” dedi. Sormasının nedeni kendinin melez olduğundan şüphelenmesi değildi, sadece hayır, sen tamamen insansın, denmesini istiyordu. Maalesef böyle bir şey olmadı. Milena rahatlamışa benziyordu. “O zaman hadi gel, seni bir yere götürmem gerekiyor,” dedi elini uzatarak. Pandora tek kaşını kaldırdı, nereye götürecekti onu? Kuşkuyla “Nereye gidiyoruz?” diye sordu. Milena güzel bir soru sormuş gibi gülümsedi. “Senin gibilerin olduğu yere. Melez Kampı’na.”

Pandora “Tamam, hadi gidelim,” dedi ve Milena’nın ona doğru uzanmış olan elini tuttu. Kapıdan çıkmadan önce Lia’ya, ölü kardeşine baktı.

Her şeyini kaybettim, her şeyimi.

Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Milena.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kemikler Şehri :: Rpg'ye Başlangıç :: Güç seviyesi-
Buraya geçin: